Sanat ve Eleştiri
Faruk Çağla
Gerçekleri ortaya koymada başvurulan
yöntemlerden biri de eleştiri oluyor. Eleştirinin bilimsel doğrulardan
kaynaklanması ona bilimsel olma özelliği kazandırdığı kadar, nesnellik
de kazandırdığından eleştirinin haklı
olma olasılığı artıyor. Kuşkusuz, bu arada haklı olmayan, bilimselliği
tartışılabilir eleştiriler de yapılabiliyor.
Böylece, eleştirinin içine öznel olma endişesi girdi mi, eleştiri hemen
karşıtını doğurabiliyor ve eleştirinin eleştirisi bir tez-antitez şeklinde
karşımıza çıkıyor.
Son günlerde edebiyatımızda roman
konusunda çok şey yazıldı, söylendi. Yapılan eleştiriler karşıtını yarattı ve
çok canlı bir tartışma ortamı doğdu. Edebiyatımız adına sevindirici bir olay
bu, aslında. Çünkü, okur kitlesi yeni bilgiler ediniyor, yazarları daha iyi
tanıyabiliyor ve olayların yorumunu daha sağlıklı yapabiliyorlar. Kısacası,
«hareket» olan yerde «bereket» oluyor.
Ne var ki, aynı «bereket»i görsel
sanatlar alanında yaşayamıyoruz. Gerçekten, bu alanda, yıllardır bir suskunluk
var. Hele son bir yıldır resim sergilerinin birdenbire canlanması karşısında bu
suskunluğun sürmesi şaşırtıyor insanı..
Düşünün bir, her gün yeni bir sergi
açılıyor, ustası-genci birçok ressam kendi aralarında eleştiriler yapıyor, aynı
konuya değişik tepkiler gösteriyor, aralarında saflaşmalar ya da birleşmeler
var. Ama bunların hiçbirinden okuyucunun ve resim seyircisi/alıcısının haberi
olmuyor. Haberi olması gerekmeyebilir denilebilir, ama tüm bunlar yapılan
resimlerde de yansıtılmayabilir.
Bir yazar, bir roman yazdığı zaman
yapılan eleştirileri düşünün, bir de bir ressamın sergi açtığı zamanki
eleştirileri...
Sergi eleştirileri, sanatçıyı kırmamak
için olsa gerek, genelde çok ince ve çok sığ kalıyor. Arada bir kazanılan
ödüller nedeniyle yapılan söyleşiler ise yetersizliğini belli ediyor.
Ülkemizde çıkan sanat dergileri
incelendiğinde, görsel sanatlara sanki süsleme olarak yer verildiği görülür.
Birkaç tanıtım yazısı, biraz özgeçmiş, biraz da teknik/artistik bilgi vardır..
Yani resim, edebiyat kadar bir olay olamıyor yurdumuzda...
Bunun nedeni nedir, diye sorulduğunda, bizim resim geleneğimiz zaten yok, diye
yanıt vermek çok kolaydır.,. Dayanak olarak da, İslam'ın resim sanatımıza
olumsuz etkiler yaptığı söylenebilir. Hatta, buna en güçlü kanıt olarak,
minyatür sanatı gösterilebilir. Gerçekten böyle midir?
Eğer, İslam, klasik Türk resmini
bozmuş - eğer varsa - ve minyatürü yaratmışsa, daha İslam dini ortada yokken
Uygur Türklerindeki minyatür sanatının varlığı herhalde gözlerden kaçmış oluyor.
Bu ve buna benzeyen konular, resim çevrelerince hiç ilgilenilmeyen konular
olmuştur. Daha çok güncelliğini koruyan günümüz sanatçıları üzerinde
durulmaktadır. Ama onların bugünkü "üsluplarındaki bileşim"in nereden ve ne
etkileşimlerle geldiği konularına hiç değinilmemiştir.
Bugün bazı resim alıcıları, galeri
sahibine, hangi resmi önerirse onu alacağını söylemektedir. Ya da sanat
dergilerindeki resim eleştirilerini okuyup, ona göre seçimini yapmaktadır. Yani
kendi kişisel beğenisine güvenmemekte, bir «otorite» aramaktadır. Toplumumuzda
"resim kültürü"nün ne durumda olduğunun küçük bir örneğidir, bu...
Ressam var, ama resim kültürü yok? Bu
boşluk nasıl dolmalı? İnsanın aklına hemen eğitim geliyor. Mehmet Pesen'in
lise öğrencilerine «hepiniz ressam olamazsınız ama, resim kültürünüz olsun»
dediği gibi... Diyelim bunu eğitim sağlayamıyor. Öyleyse görevin en büyüğü
"eleştiri"nindir.
Her türlü eleştiri çok kolay gibi
görünür. Aslında sanıldığı kadar kolay olmasa gerek... Bir kere, dünyaya
sağlıklı bakabilmek, olaylar arasındaki sebep-sonuç ilişkisini görebilmek
gerekli.
Sanat Tarihi konusunda da geçerli tüm
bunlar. Biz, genel olarak Tarih bilimini bir «savaşlar ve komutanlar» tarihi
olarak algılamaya eğilimli hale getirilmişiz.
Çok özel bir tarih bilimi olan Sanat
Tarihini de «sanatçılar ve yapıtlar» tarihi olarak düşünmeye koşullanmışız.
Örneğin, Rönesans denilince hemen Leonardo gelir akla...
Bir de Sanat Tarihi'ni
«ekoller/üsluplar» tarihi diye algılama alışkanlığımız var. Hani, Roman
üslubundan sonra Gotik, sonra da Rönesans gibi...
Ama bu «üslup»lar, «ekol»ler
hangi koşullarda ve nasıl doğmuş, niçin böyle gelişmiş, bunları hiç
araştırmamışız. Tüm bunlar, bilime «metafizik» bakış açısını anımsatıyor
insana,..
Sanat Tarihi diğer bilim dallarından
özel olarak ayrılmışsa da ekonomi, hukuk, toplumbilim, ruhbilim gibi sanatı ve
sanatçıyı doğrudan etkileyen alanlarla sıkı bir ilişki içindedir. Sanatçının
nasıl dış dünyadan etkilendiğini tuvalinde görebiliyorsak, Sanat Tarihi de bu
anlamda «sanatın üretildiği süreci» bize anlatmak durumundadır.
İşte burada eleştirmenlerimizin görevi
çok önemlidir. Geçmiş çağlardan bugüne uzanan sanat ve toplum olaylarını
"metafizik olmayan" bakış açısıyla değerlendirip günümüze öyle yaklaşmaları
gerekiyor.
Eleştirmenlerimiz, sanatçılarla
birlikte sanat ve kültür tarihimizin geleceğinin yapı taşlarını
oluşturacaklarından, çağlarının tanığı olmaları, bilimsel bir zorunluluktur da
aynı zamanda...
Yıllar sonra, bugünkü eleştirileri
okuyacak kuşaklar, bugünü daha iyi anlayabilecekler, geçmiş sanat olaylarını
bizim bugün geçmişi bildiğimizden daha iyi kavrama şansına sahip olacaklardır.
Çünkü ellerinde nesnel olarak yazılmış, alışılagelmişin dışında yepyeni
kaynaklar bulunacaktır.
Aslında, böyle kaynaklara bugün bile
ihtiyacımızın olduğu düşünülebilir.
Sanat-Edebiyat'
81dergisi sayı: 7 Aralık 1981 sayfa: 22
|