KARİKATÜR NEDİR?

 

Karikatürün tanımı yapılır mı? Çeşitli tanımları vardır ama asıl karikatür çizilir! Olmuşsa karikatür olur, belleklere çizilir, olmamışsa belleklerden silinir!!!

 

Bir gülmeceyi, yergiyi veya iğnelemeyi televizyonda veya tiyatro sahnesinde söz düellosu şeklinde oyuncular vasıtası ile canlandırabilsek, bu piyes veya tiyatro olur.

 

Bunu kağıt üzerinde çizgilerle anlatmayı başarabilsek, bu da karikatür olur (buna da eleştiriyi / mizahı / yergiyi vs. çizgiyle yapmak diyebiliriz).

 

Şimdi, karikatür denilen sanatta iki temel öğe var;

Birincisi; resim, şekil, suret veya çizgi. ( yani gözün gördüğü; elle tutulan, somut, müşahhas, maddi, özdeksel)

 

İkincisi; konu, muhteva, ana fikir, concept (konsept), tema (theme), senaryo, hikaye, kurgu . (yani; gözün göremediği, soyut, mücerret ve ancak çizgi ile görünebilir hale gelebilen, manevi, tinsel)

 

Karikatür bu iki maddi ve manevi, madde ile ruha benzeyen kavramların yaratıcısının düzeyine, kalitesine ve niteliğine göre oluşmuş mükemmel, etkili ve ekonomik bir görsel sanat dalıdır. Ekonomiktir çünkü sahne ve dekor, film ve kamera, oyuncular vs. istemez. Hareketli görüntüler haline dönüştürülürse çizgi film olur.

 

Bana göre, karikatürün amacı MESAJ vermek veya MASAJ yapmaktır. Her ikisi de bedene değil, beyine yapılır. Bazı beyinler vardır, mesajı kolayca alır, bazı beyinler vardır mesaj almaya kapalı hale getirilmiş veya yıkanmıştır (aslında kirletilmiştir), onlara mesaj değil masaj lazımdır. Karikatür değmeden, dokunmadan bile bunu başaran bir sanattır.

 

İster adına mesaj diyelim, istersek masaj diyelim; karikatüre bakan kişi karikatüre bir tepki verir. Bu tepkiler; sevmek, yaşama sevincini hissetmek, gülmek, gülümsemek, kahkaha atmak, düşünmek, şaşırmak, cahilliğinden uyanmak, öğrenmek, hüzünlenmek, acımak, kızmak, hiddetlenmek, mahkemeye vermek, tazminat davası açmak, şu çizeri çizemez hale getirin şeklinde emirler vermek gibi olabilir.

 

Karikatür, çizgiyle yapılan mizah (gülmece-humor) sanatı da denilebilir ama tümüyle doğru olmaz. Karikatür çizgiyle yapılan HİCİV (yergi- satire) sanatı da denilebilir, bu da kısmen doğru olabilir. Karikatür çizgiyle yapılan DÜŞÜNDÜRME sanatıdır, denilse bu da eksik kalır. Buna da kara mizah (Black Humor) diyorlar, düşündüren ama gülümsetmeyen, acı gülüş mizahı vs. diyorlar.

 

Karikatür, resim sanatından kesinlikle beslenmiş ve hatta onun içinden çıkmış başlı başına ayrı bir sanat dalı haline gelmiştir. Ama kesinlikle expressionist yani dışa vurumcu- ifadeci-ifadeyi abartıcı veya "mesaja ağırlık verici" bir prensibi ve misyonu vardır.

 

Kısa, ani ve etkin algılanma ve algılatma tarzıyla da poster, afiş, bildiri vs. niteliği ile de grafik sanatların da komşusudur.

 

Beyinlere Mesaj veya Masaj özelliği ile de reklamcılığın komşusudur. Karikatüre metin yazmak, bir yönüyle gazetecilik, bir yönüyle de reklam metin yazarlığıdır. Bu konu reklam-karikatür ilişkisi başlığı altında ayrı bir makale konusudur.

 

Karikatür çok ekonomiktir;

Karikatür çok kaliteli ve pahalı beyinler tarafından üretilmiş olmasına rağmen, üretim aracı olarak (pahalı beynin dışında) çok ucuz malzeme olan beyaz kağıt, siyah iz bırakacak bir kalem (kurşun kalem veya flomaster, veya kömür füzen, veya yanmış kibritin ucu vs.) ile siyah beyaz olarak da çizilebilir. (siyah kağıda beyaz kalemle de çizilebilir, istenirse). İlkel çağlardaki gibi mağara duvarlarına kanla bile çizilebilir. Yine günümüzün ilkel çağlarındaki gibi hapishane duvarlarına veya tahta ranzalara  çakıyla veya çiviyle de çizilebilir.

 

Karikatür sanatı için ışık ve spotlar, kostümler, kameralar, oyuncu kadrosu, adına para denilen resmi damgalı kağıtlar filan gerekmez. Sadece beyaz boş kağıt ve sürtünce iz bırakan bir çubuk (adına kalem veya tarama ucu veya fırça diyorlar) yeterlidir. Bu çubuk sadece kağıda değil beyinlere de iz bırakır.Tabii kaliteli bir çizerin elindeyse, kaliteli bir beynin emrindeyse.

 

Evet tekrar edelim; Karikatür üretim aşamasında bu yönüyle çok ucuz, çok mütevazı (alçakgönüllü) bir sanattır.

Tek ihtiyacı üretecek olan çok kaliteli bir beyin, ve çizecek olan yetenekli bir bilektir.

 

Esas sorun karikatürün tüketilmesindedir.

 

Karikatürün tüketilmesi için de bunun da  tüketiciye ulaşması veya  ulaştırılması gerekmektedir. Asıl zurnanın zart dediği veya zırttan, zurta, zurttan da zarta kadar çeşitli makamlarda çaldığı yer de burasıdır.

 

Bunun için sadece ak kağıt ve kara kalem değil, bobinlerce ve tonlarca ak kağıt, şişelerce ve kilolarca mürekkep denilen matbaa, yani baskı teknolojisi, yani endüstri ve teknik gereklidir. Ve bunun için de yine bu teknoloji ile basılmış, resmi damgalı adına para denilen başka tür bir kağıda ihtiyaç vardır.

 

Bu da ne yazık ki karikatür çizenlerin elinde değil, başka ellerin elinde bulunmaktadır.

 

Bilindiği gibi karikatür; yaratıcısı, buluşçusu veya çizeri tarafından, çok nitelikli bir beyin ve yetenekli bir el tarafından hiç de pahalı olmayan koşullarda ( karikatürcünün yetişme koşullarının çok pahalı olmasının dışında) üretildikten sonra tüketim aşaması, okuyucuya ulaşması sadece gazete ve dergi yoluyla olmuyor.

 

Karikatürün, okuyucu veya seyirciye ulaşması için bir matbaa veya basım endüstrisine (-ki bu kitleye ulaşma araçlarına reklamcılık deyimiyle MECRA (kanal) denmekte) ihtiyaç duyulduğunu bilen ve karikatürün etkileme gücünü gören bazı akıllı yatırımcılar Türkiye'de ve Dünya'da mizah dergileri çıkardılar. Bunu ve bu dergileri herkes biliyor.

 

Bilinen klasik karikatür mecraları (karikatürün kitleye ulaşma araçları) şöyle özetlenebilir;

 

a) Süreli ve periyodik (haftalık, on beş günlük, aylık vs.)yayın olarak karikatür dergileri.

b) Günlük gazetelerde mizah sayfaları, günlük gazetelerde köşe yazarlarının yazılarının kenarında veya içinde çizerlere ayrılan yerler, ya da çizerlere bağımsız verilen yerler, baş sayfada yer alan baş makale tarzındaki karikatürler.

c)Çizerlerin yayınladığı kişisel karikatür albümleri.

d)Karikatür Yarışmalarında yer alan karikatürlerden oluşan yarışma albümleri.

e) Aslında karikatür dergisi olmayıp; haber dergisi, meslek dergisi, sanat dergisi, erotik dergi vs gibi olan dergilerde karikatürcülere verilen tam sayfa veya 2 sayfa, veya yarım sayfa alanlar, yada yazının yanında veya içinde yer alan yarı illüstrasyon (resimleme), yarı karikatür şeklindeki yazıya destek çizimler.yani vinyetler.

 

Unutmadan geçmeyelim, kitleye ulaşmak için karikatürcülerin açtıkları sergilerin pek azı şanslı olabilmiştir. Bu kanal, masraflı ve başlı başına umutsuz bir mecra ve maceradır, Türkiye'de. Kimse karikatür satın almaz.

 

Türkiye ve dünyada karikatür denince sanat ve siyaset, sanat ve hakim olan sistem sosyo-ekonomik ve politik olarak ister istemez devreye girecektir.

 

Sanata biraz ilgi duyanların bile nasıl edindiklerini hatırlamadıkları az buçuk akıllarında kalan ve sanat denilince hemen hatırladıkları Rönesans, Mikelanj (Miguel Angelo), Leonardo da Vinci, Raffael, Pablo Picasso gibi isimler vardır. Tıpkı kolalı içecekler denilince Coca-cola ve Pepsi'nin hatırlanması gibi.

 

Sanat eseri denilince Mona Lisa veya Guernica gelir akla, sanat akımları ve temsilcileri denilince de hemen Renoir ve  Empresyonizm (Impressionism- izlenimcilik) veya kulağını kesen Van Gogh gelir akla. Bir de  Picasso ile Kübizm( Cubism).

 

Ama kimse bu sanat akımları nasıl doğmuş, niçin gelişmiş, bu sanatçılar nasıl yaşamış, eserlerini kimler almış, kimler satmış diye düşünmez.

 

Üstelik bu bilgiler bize nasıl ulaşmış, kimler üretmiş bu bilgileri, sanat sadece Avrupa'da mı varmış demez. Mesela amblem sanatının ilk ve mükemmel örneklerinin Asya kökenli olduğunu kimse bilmez. Bilgi'nin ve sanatın kaynağını hep batı zannederiz. Bize öyle aşılanmıştır çünkü.

 

Cola'yı nasıl içiyorsak, bu bilgileri de içeriz ve hatta üstüne bir de geğiririz.

 

Oysa bilmeyiz ki, emperyal kültür; sanat tarihini, içinden çıktığı maddi koşullardan sıyırarak bize sadece üstün sanatçıların sanatı, sanat akımlarının tarihi veya büyük eserlerin tarihi diye üç ana saptırmaca ve yutturmaca içerisinde sunar.

 

Mesela, Mikelanj'ın Sixteen Chapel'inin tavanına yaptığı İncil'den sahnelerin yer aldığı resimlerin hepsinin aslında bir çizgi roman ve illüstrasyon olduğunu kimse söylememiştir gazetelerde, sanat dergilerinde veya güzel sanatlar fakültelerinde.

 

Miguel Angelo (Mikelanj'ın) 'nun müşterisinin de Klise ve Papa olduğunu, Miguel Angelo'nun da bu günkü reklam ajansına benzer bir atölyenin patronu olduğunu çok az kimse bilir. (Büyük ressamlar hep acından ölmüştür diye yutturulur bize.

 

O boyaların, o işçilerin parasını kim vermiştir ve niye vermiştir???

 

O resimler sanatçının iç dünyasını yansıtan bağımsız bir iradeyle mi yapılmıştı, yoksa bir emir ve komuta zinciri içinde bir düşünceyi, bir fikriyatı (ideolojiyi) yansıtması için özel olarak sipariş edilmiş ve ressamına kısmi ve sınırlı bir özgürlük alanı bırakılan ısmarlanmış işler miydi???

 

Burada hakim olan siyasi ve ekonomik yapı ile sanat üretimi arasındaki bağlantıya dikkat çekmek ve konuyu karikatüre getirmek istiyoruz.

 

Renoir (Renuvar)'in yükselen Fransız burjuvasının ve geleneksel elit Fransız aristokrasisinin gece kulübü eğlencelerini veya piknik sahnelerini bir tül perde arkasından izlermiş gibi yumuşak ve eriyen ışıklarla yarattığı nefis impressionist (izlenimci) tablolarının arkasındaki finans kaynağının yeni zengin Fransızlar burjuvaları olmadığını kim söyleyebilir?

 

Picasso'nun kübizminde, Cezanne'ın sert expressionist (ifadeci) çizgilerinin  ve adını kimsenin bilmediği George Braque denilen kübist ressamın etkilerinin olmadığını kim söyleyebilir? Kübizmin oluşumunda  sanayi devriminin etkisiyle her şeyin makineleşmesi ve her şeyin acımasız hale gelmesinin etkilerinden neden kimse bahsetmez.?

 

Köşeleri sivrilen ve keskinleşen acımasız ve vahşi bir dünyanın ürünü değil midir kübizm?

 

Her sanatçı şu yada bu şekilde o koşulların veya o sistemin siparişleri ile, dayatmaları ile, ısmarlamaları ile karşı karşıyadır. Kurnazlık becerisine göre araya kendisi için ürettiği muhalif eserlerini sıkıştıracaktır veya kendisi gibi olanlarla güç birliği ve dayanışma içine girecektir.

 

Stratejik zekasına göre zaman zaman hakim sistemle ittifaka veya barışa girecek, zaman zaman çeşitli dozlarda itiraz hakkını ve serbest yaratma gücünü kullanacaktır. Ancak öyle yaşayabilir, var olabilir çünkü.

 

Karikatürcü nasıl yaşar, ne ile geçinir, ne yer ne içer, karikatür çizerek yaşamını devam ettirecek gelire sahip olabilir mi?

 

Burada da konu hakim siyasal ve ekonomik yapı ile sanatın ilişkisine geldi dayandı.

 

Atatürk'ün şu 3 önemli sözü onun ölümünden sonra giderek unutulmuştur. Bir; Sanatçı alnında ışığı ilk hisseden kişidir. İki; Efendiler, (milletvekillerine hitaben) milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz, hatta cumhurbaşkanı da olabilirsiniz, ama sanatçı olamazsınız. Üç; Sanattan mahrum edilmiş bir milletin hayat damarlarından biri kesilmiş demektir.

 

Kültür üzerine söylediği şu sözü de hatırlayalım; Türkiye cumhuriyetinin temeli kültürdür. Kültür; okumak, okuduğunu anlamak, dünyayı ve olayları doğru tahlil etmek demektir. (Yunus'un kendini bilmek dediği gibi).

 

Yine Atatürk'ün "hayatta en hakiki mürşit (yol gösterici- irşat edici /aydınlatıcı) ilimdir, fendir" özdeyişinin temeli belki de Yunus'un yüzyıllar önce ilim bilmek ve kendini bilmek konularına temas etmiş olmasıdır. Buna aşağıda değineceğiz.

 

Sanat ve devlet ilişkisi çok kapsamlı ve hassas bir konudur. Ama kısaca değinelim ki, Atatürk'ün ölümünden sonra iktidarı elinde bulunduran çevreler Atatürk'ün sanat, bilim ve kültürle ilgili sözlerini unutmuşlar ve adeta tersini yapmışlardır. Operaya gitmek ve Batı Edebiyatını okumak tarzında ithal bir batı sanatı ve kültürünü geliştirmişlerdir. Bu da giderek kültür emperyalizmine zemin hazırlamış, ekonomik ve siyasal bağımlılığın kapıları açılmıştır.

 

Bunu fark eden, hicveden, eleştiren yazarlar-çizerler ta İsmet İnönü döneminden beri hayatın türlü zorlukları  altında ezilmişlerdir.  Zeki Beyner ve Cafer Zorlu gibi çizerler ile Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz gibi yazarların hayatları buna örnektir.

 

Ama bu arada hiç siyasi karikatür çizmeyip plajda güneşlenen yeni zengin tüccarların metreslerini çizenler sıkıntı çekmemişlerdir. ( Bakınız 1960'lı yılların Akbaba ve papağan dergilerinin kapakları).

 

Devlete hakim bürokrasiden yana olanlar ve onu hiç eleştirmeyen çizerler desteklenmiş, karşı kanattaki siyasi yapıyı eleştirdikleri sürece onlara havuç ikram edilmiştir. Ama aynı yazar ve çizerler bürokrasiyi eleştirmeye başlayınca, devletin üst yapı kurumlarındaki hataları hicvedince geçmişteki iyilikleri unutulmuş, aba altından sopa ikramı başlamıştır.

 

Her iki tarafı da asla eleştirmeyen veya dayanamayıp zaman zaman yumuşak ikazlarda bulunan sanatçılar ise dikenli yollarda ayaklarını çizdirmeden, mayınlı arazide mayınlara basmadan yollarında yürümüşlerdir.

 

Diğer yandan hiciv, yergi ve eleştiri ne kadar doğru ve isabetli olsun sanatın zerafeti ve bilgeliği ile donatılmazsa kuru ve yavan olacaktır, gülümsetme ve düşündürmekten giderek ikna etmek ve kalıcı olmaktan uzak kalacaktır.

 

Ama ne kadar ustaca yapılırsa yapılsın her yergi, her eleştiri olgun olmayan beyinlerde düşman olarak görülecek ve hatta düşmanının zekasını takdir etme inceliğine ulaşmamış zihniyetlerde yok edilmesi gereken bir tehlike olarak değerlendirilecektir.

 

Yunus Emre'nin dediği gibi;

"Be hey Yunus sana söyleme derler,

Ya ben öleyim mi söylemeyince."

 

İşte çok usta sanatçılar, Yunus gibi; "öyle de öldük, böyle de" diyerek, çok zekice yapacaktır eleştirisini. "yetmiş iki millet elin yüzün yumaz değil" diyerek sadece sen temiz değilsin herkes elini yüzünü yıkar demeye getirecektir, gizli bir hicivle...inceden bir yergiyle.

 

"Sen ilim dersin hoca, var git gerekse bin hacca, ilim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen ya nice okumaktır " diyerek inceden dokunduracaktır ilim irfan bilmeyen hocalara. Sırat köprüsünün üstüne "varıp evler kurasım gelir" deyip, köprüyü geçilmez kılan zihniyete ince bir mizahla meydan okuyacaktır.

 

İşte İngilizlerin "Fine art" dedikleri "ince sanat" zaten buradadır. Fransızların "Beaux Art" dedikleri  "güzel sanat" da budur. Kuşkusuz karikatür bir güzel sanattır.

 

"Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm" diyen Yunus'a, "çizgiye, renge büründüm, ak kağıtta karikatür diye göründüm" diyerek selam yollayalım, umarız ki kabul buyurula.

 

Faruk Çağla (2007 Kasım)

(Bu yazının ilk ve dar kapsamlı hali Almanya'dan yayınlanan Don Quichotte adlı web sitesindeki sorulara verilen yanıt olarak 2005 yılında yayınlanmış olup, şimdiki hali Nasrettin Hoca'nın Öz Torunları adlı proje için yeni ilavelerle genişletilmiş ve düzeltilmiştir.)