KARİKATÜR, RESİM ve GRAFİK SANATLARIN İLİŞKİLERİ
(Bu yazı 20 yıl önce o zamanki Federal Almanya'da Braunshweig şehrinde
Kunsthochschule'de
(sanat yüksek okulu)
çizgi film dersi alan Faruk Çağla tarafından yazılmış, yazıldığından 1
hafta sonra Türkiye'de Somut dergisinde yayınlanmıştır. Aynı
yazıyı daha sonra yayın hayatı çok kısa süren Karakare adlı bir dergi de
kullanmıştır).
(Bu yazının en ilginç tarafı, değişik
karikatür ve resim anlayışlarının örnek çizimlerinin hepsinin yazının
yazarı Faruk Çağla tarafından çizilmiş olmasıdır.)
Karikatür, resim ve grafik sanatların
ilişkileri -1
Karikatür sanatı, günümüzde insanların
günlük yoğun uğraştan sırasında bakıp da göremedikleri, geniş bir
karmaşa boyutunun içinde saklı olan bazı ipuçlarını insanların gözlerine
yansıtan bir büyüteç gibidir.
Sanayileşmiş toplumlarda yaşam o denli çok
yönlü olmuştur ki, insan denilen çok boyutlu varlık, yalnızca kendini ve
işini düşünen tek boyutlu bir varlığa dönüşmüştür. Deyim yerindeyse
kendine, toplumuna ve doğaya yabancılaşmıştır.
İşte, karikatür sanatı da toplumsal doğum
sancılarının çekildiği, yeni düşünceleri yeni hareketlenmelerin
başladığı bir dönemde 18. yüzyılın son yarısında sanat olarak
belirginleşmiş, boy göstermiştir.
Karikatür daha önce neredeydi, 18. yüzyılın
son yarısında birden bire gökten zembille mi inmiştir?
Karikatür,"karikatür olarak, bin yıllardır
vardı, ama resim sanatının içinde tıpkı ana rahmindeki bebek gibi
doğumunu bekliyordu. Aynı şekilde grafik sanatı da öyle. Hatta
denilebilir ki resim sanatı ile grafik sanatı birlikte vardı ve iç
içeydiler. İlk çağların insanları için yaptıkları sanata ad koymak;
resim mi, grafik mi, illüstrasyon yada karikatür mü diye ayırmak önemli
değildi...
Yani, bir hekim her hastalıktan anlıyordu.
Bu gibi konular günümüz sanatçıları için önemli oldu ve ne yazık ki
Türkiye'deki görsel sanatçılar "resim-karikatür-grafik" konularında
anlaşabilmiş değiller, bilimdışı polemiklerle birbirlerini yıpratıp
duruyorlar.
Mağarasının duvarına ilk şekilleri çizen,
ilk renkleri boyayan "ilk ve ilkel,, insanlar, doğayı taklit ederken,
belli bir iz bırakmak, işe yarar bir şeyler yapmak, belki de bir mesaj
vermek, bir düşünceyi, bir idea'yı anlatmak istiyorlardı.
Resim bile yapamasalar, ellerini kana batırıp avuçlarının izlerini
çıkartıyorlardı duvarlara.
Grafik sanatı'nın "yazılıp, çizilebilen,
basılabilen, çoğaltılabilen her türlü görsel olay" olduğunu anımsarsak,
bilinçli olarak elinin izini basma olayını ilk baskı örneği, ilk grafik
sanatı diye değerlendirmek mümkündür. Ve yine o dönemlerin çok renkli,
gerçeğe yakın keçi, kaplan ve sığır resimleri bu günkü gerçekçi
ressamların hayran oldukları şeylerdir. Bunlar resim sanatı'nın ilk ve
öncül yapıtları sayılmaktadır. Bunların yanı sıra tek renk kullanılmış,
ışık-gölge tasası ve üç boyut anlatımı düşünülmeden yapılmış, sadece
varlığın zihinde kaldığı gibi ana çizgileri ve biçimini yansıtan
şekiller, lekeler vardır ki, bunlar da günümüz grafik sanatı'nın
soyutlanmış amblemlerine çok yakındır. O halde, bunları da grafik
sanatı'nın ilkleri olarak düşünebiliriz.
Sovyetler Birliği'nde (şimdiki Rusya)
Ermitaj Müzesi'nde bulunan küçük heykelcikler, kemer tokaları maden
çağı'nın uygar lığı ve sanatı hakkında bilgi verirken, kabartma ve üç
boyutlu figürlerdeki mükemmelliğe hayran oluruz. Türkiye' de
Alacahöyük'te kazılarda elde edilen Hitit'lere ait geyik heykelcikleri
de yontu sanatını müjdeleyen mükemmel ilk örneklerdir. Orta Asya'da
göçebe kavimlerin kıl kara çadırlarında bulunan aplike (kesme ve dikme)
hayvan figürleri; ayrıntıdan kurtulma, ana biçimi yansıtma, soyutlama
ve "stilizasyon" bakımından çağdaş grafik sanatı'nın amblem ve
piktogramlar (trafik levhalarında, hava alanı tabelalarında görülen
insanı ve çeşitli eşyaları simgeleyen siluet şeklindeki resimler) ile
yarış edebilecek niteliktedir.
Zaman makinesine binip Mısır
Uygarlığı'ndaki hiyeroglif yazılarına göz atacak olursak, bu yazılardaki
kuş, el, balık, göz resimleri hem soyutlama ve gereksiz ayrıntılardan
kurtulma bakımından çağdaş grafik sanatı'na çok yakın olduğu kadar, hem
de bu yazılardaki her şekil, bir düşünceyi, bir kavramı, bir duyguyu,
bir eylemi veya idea'yı anlatan birer "ideogram"dır. Mısır'ın hiyeroglif
yazısı ' düşünceyi anlatan şekiller" anlamına gelen "ideografı"dir.
Zaten bu sözcük de grafik sanatı ile doğrudan bağlantılıdır.
Yine zaman makinesiyle, hemen Batı
Uygarlığı'nın Rönesans'ına geçelim. Sisteen Chapel'inin tavan
resimlerini yapan Michaelangelo (Mikelanj) etli-butlu, kanlı canlı,
ışıklı-gölgeli, fotoğraf gibi çalıştığı bu resimlerle dinsel mitolojiyi
İncil'deki öyküleri anlatmıştır insanlara. Resim sanatının harikası
sayılan bu resimler, Mısır Sanatı'ndaki ölçüye vurulursa, bunlar da bir
düşünceyi anlattığı için, olayları belgesel dizi gibi aktardığı için
"ideogram" sayılmasa bile, pekala da "illüstrasyon" (bir olayı, bir
metni anlatan resimleme resim değil) sayılabilir. Elbette bu görüşe
"tutucu" sanat eleştirmenleri katılmayacaklardır. İçlerinden o an
geldiği gibi, doğaçtan resim yapan günümüzün çağdaş ve newexpressionist
(yeni dışavurumcu-postexpresyonist- geç dışavurumcu) ressamların belki
de koltukları kabarmıştır şimdi.
Zaman makinemizi, uygarlık tarihi şeridinin
matbaanın bulunması dönemlerinde durdurup, Batı Uygarlığına
baktığımızda ressamlar harıl harıl klişe ve soylu aileler (İtalya'da
Medici ailesi gibi) için tuval üzerine yağlı boya ve duvara fresk
çalışırken, matbaalar yine dinsel temaları halka okutturmak için
yazıların yanına ağaç baskı, taş baskı, gravür gibi tekniklerle aynı
ressamlara resim bastırıyorlardı.
İşte böylece, resim sanatı ile grafik
sanatı da ilk çağlardan beri yan yana ve içice olarak birlikte doğdu ve
birlikte gelişti. Hatta denile bilir ki bilimsel gelişmeler, baskı
teknolojisinin ilerlemesi sayesinde grafik sanatı, fotoğraf sanatını da
yanına alarak resim sanatını "sollayacak" ve önüne geçecektir Bu
görüşe, çağdaş ressamlar katılmayacaklardır, kuşkusuz.
Konuyu biraz açmak için İmpressionisme
(izlenimcilik)'e gelmek gerekecek Sanayi'nin gelişmesiyle batılı
sanatçılar yeni beliren kentsoylu sınıfının istemlerini yansıtan,
onların duygu ve özlemlerine seslenen resimler yaptılar bu kez. Resim
sanatı ve ressamlar kendi kurallarını ayrıntıda belirlerken, genelde
resmin felsefesini; hâkim olan üretim ilişkisi biçimi ve sınıflar
ayrıca, bunların kurduğu ' piyasa" belirliyordu. Ressamlar artık,
atölyelerin kapalı havasından doğa'ya çıktılar, tuvallerinde yapay ve
süzme bir ışık kullanarak doğayı insanları, tüm varlıkları bu
yarısaydam tül perdenin arkasından mutlu ve dingin bir atmosferde
resmettiler. (Renoir'ın piknik resimlerini anımsayınız).
Sonra yeni oluşumlar yeni ger çeklikler
yaşandı Sanayileşme, mutlulukla birlikte karşıtını da yaratıyordu.
İzlenimciliğin tül perdesi yavaş yavaş
aralandı. Artık, toplum ve sanatçılar bir şeylerden rahatsız
oluyorlardı. Sanatçılar dış görünüşün al tında yeni gerçeklikler aramaya
başladılar Ayrıca fotoğraf makinesi da bulunmuş, makine ile gerçekçi,
hatta izlenimci resimler de çekilebiliyordu. (Fotoğraf sanatı ve resim
sanatı arasındaki ilişki de grafik sanatı'nın konusu içine
girmektedir. Ümit ederiz, bu konuya da çok değerli ve meşgul sanat
eleştirmenlerimiz ve sanat tarihçilerimiz zaman bulup değinirler).
Bu dönemde ressamlar insanın iç dünyasını,
karamsarlığını, çelişkisini, umudunu veya mutsuzluğunu tuvallerinde
işlemeye başladılar. Gerilmiş yüz hatlarıyla, donuk bakışlarıyla,
haykıran ağızlarıyla bir şeyler anlatmak isteyen insanlar ezilen
insanlar vardı resimlerde.
Expressionism (dışavurumculuk ifadecilik)
başlıyordu artık. Ressam için bütün ustalık, insanın iç dünyasındaki
bir anlık gerilimi hemen yakalayıp tuvaline aktarabilmekti. . Bu deyimle
"karikatürize etmek" gerekiyordu. Karikatür sanatı'nın çağdaş anlamda
temelleri bu yıllarda atılmıştır diyebiliriz Grafik sanatının da
serpilmesi, uygulama alanı bulması yine bu dönemlere rastlar.
İşte bu dönemlerde matbaa basım teknikleri
ilerlemiş, yeni kimyasal maddeler bulunmuş, baskı boyaları gelişmişti.
Her ne kadar fotoğraf sanatının sayesinde insanlar artık portrelerini
ressamlara yaptırmayıp yeni icat olan fotoğraf çektirmenin ilginçliği,
kolaylığı ve ayrıcalığına kapılıyorlarsa da günlük gazetelerin bastığı
fotoğraflar da epey kirli çıkıyordu.
Geçmişte kitap resimleyen, tahta baskı ve
gravür yapan ressamlar, bu kez günlük gazetelere fotoğrafı çekilemeyen
savaşların temsili resimlerini, devlet büyüklerinin klişe resimlerini
çizmeye başladılar.
Yani "teknoloji ile sanat" iç içeydi. O
günlerde reklâm olayı da vardı ve ressamlar bunun için de
çiziyorlardı.
Tam o sıralarda Fransa'da, resimleri
satılamayan sakatlığı yüzünden de bunalımlı ve mutsuz bir ressam olan
Loutrec bir gece kulübünün afişi için zorunlu olarak basım tekniğine
uygun resimler yapmaya başladı. "Piyasa" altüst oldu, böyle de resim
olur muydu resim sanatı elden gidi yordu! Sonunda "matbaa" galip geldi!
Süpermarketin bakkal'a üstünlüğü gibi, gelişen baskı teknolojisi artık
duvara asılmak için değil, yüz binlerce insanın görmesi için resim
yaptırıyordu Böylece grafik sanatı "ben de varım' demeye başladı.
Deyim yerindeyse, grafik sanatına "baskı
teknolojisinin resim sanatı" diyebiliriz.
Expressionist resimdeki ifadeci ve
anlatımcı yönüyle açığa çıkan karikatür sanatı grafik sanatının
matbaada hayat bulmasıyla, grafik sanatı sayesinde de açığa çıkmış
olacaktır.
Şimdi biraz gerilere gidelim,
expressionism'in İnka, Aztek ve Maya uygarlıklarındaki ipuçlarını
aramaya kalkalım. Bu uygarlıklardaki totemleri ve maskları
incelediğimizde, bunlardaki yüz ifadelerinin gülünç, korkutucu, sempatik
vs. gibi anlatımcı ve ifadeci, yani dışavurumcu olduğunu rahatlıkla
söyleyebiliriz. Buradan da yine dışavurumculuk (expressionisme) ile
karikatür sanalı arasındaki bağlantıyı kurabiliriz. Hatta Rönesans
ressamlarının bazı çizimlerinde, yüzlerin çeşitli bölümlerinin
abartmalı çizilmesini yine expressionism'in ve karikatürün habercisi
sayabiliriz. Yine bu dönemlerde Batı uygarlığında, saraydaki çok
sevilen veya hiç sevilmeyen devlet adamlarının hayvana benzeyen
portreleri de yapılmaktaydı. Efsaneleri anlatan kitaplarda, özellikle
bilinmeyen Doğu'ya ait konuları işlerken; hayvan yüzlü insanlar, insan
yüzlü hayvanlar çiziliyordu. Bu gibi konular ve figürler Rönesans
ressamlarının geleceğin kurgu-bilim ve gerçeküstü (sürrealist)
resimlerine öncülük eden tablolarında yer alırken karikatürün doğum
sancılarıydı belki de.
Karikatür adı ' karikatür" olarak konulduğu
yaklaşık 150 yıldan beri kaynağını güncel ve evrensel her türlü konudan
alan tüm dünya insanlarının sorunlarını paylaşan, onları güldürürken
düşündüren, rahatlatan, düşündürürken eğiten, ayrıca onlara çok kolay
ulaşan belki de tek sanat dalıdır.
Dil, din, ırk, yaş ve cinsiyet ayrımı
gözetmeden kitlelerle kolay iletişim kurduğundan, karikatür, daha çok
günlük gazeteler ve dergilerde filizlendi, kök saldı... Karikatür
sanatı, içinden çıkmış olduğu resim ve grafik sanatından ayrı ve
bağımsız yerini aldı... Ama bu sanatlarla da bağını ve ilişkisini asla
koparmadı. Artık resim sanatı da karikatürden etkilenebiliyor, grafik
sanatı da karikatürü fırsat buldukça ve yeri geldikçe kullanabiliyor.
Karikatürün resmin içinden çıktığının bir
göstergesi de günümüzde, aynen resim ekol ve üsluplarında olduğu gibi
çok çeşitli karikatür üslupları ve anlayışlarının var olmasıdır.
Sıradan bir okuyucu/seyirci bunu fark ediyor ama adını koyamıyor. Hatta
Türkiye'deki birçok çizer, karikatür çizmelerine karşın çeşitli
karikatür anlayış ve akımlarının bulunduğu dünyamızda, kendi yerlerinin
neresi olduğuna ilişkin açık ve net görüşlere ne yazık ki sahip değil..
Türkiye'deki aydın bunalımının, teorik ve kültürel yetersizliğinin
karikatür düzlemindeki yansıması olarak anlamsız ve düzeysiz
polemiklere giriyorlar, birbirlerini acımasızca suçluyorlar.. Ayrıca
söyledikleri ile yaptıkları da birbirini tutmuyor...
Örneğin,"çizgide mizah" veya "çizgiyle
mizah" ya da "grafik mizah" kavramlarını savunan bazı sanatçılar, her
gün alt yazılı (çoğu zamanda üstelik "üst yazılı") karikatürler çizerek
söylediklerinin aksine "yazıyla mizah" yapıyorlar. Çok satıştı mizah
dergileri ise "çok satış" olayına sığınarak, "kararı halkın verdiğini"
vurgulayarak mizahı çok popülist bir gerekçeye dayandırabiliyorlar.
Böyle bir gerekçe'nin "arabesk'i" de haklı çıkaracağını hiç hesaba
katmıyorlar... Bu dergiler genç çizerlere "daha önce çizilmiş karikatür
esprilerini çizmeyin" şeklinde öğütler verirken, kendi çizerleri
dergilerinin yaşamını sürdürmesi ve "çok satabilmesi" için farkında
olmadan aynı hatayı yapabiliyorlar... Bu dergilerin mizah anlayışına
karşı çıkan, onları "sulu mizah" yapmakla suçlayan kimi çizerler ise
"çok somurtkan" karikatür çizdiklerini, "mizahı" unuttuklarını kabul
etmiyorlar. "Kara mizah"ın acı gülümseyişini, dudakta olmayan, beyinde
olan mizahı savunurlarken, bu amaca ulaşamayan karikatürlerini "kara
mizah" diye kitlelere sunup, "kara kara düşüncelere" yol açabiliyorlar.
Kimisi "sen karikatür değil resim yapıyorsun" derken, diğeri de
"aldığın ödül sayısı kadar konuş" diyerek, aynı çok satışa sığınır
gibi çok ödüle sığınabiliyor. Bir çizer, günlük konuları klasik resim
gibi renkli ve gerçekçi çizdiği için, onun çizdikleri karikatür
sayılmıyor. Karikatür eleştirmenliğine soyunan kimi aydın gençler ise
klasik resim üslubu ile çizilmemiş karikatürleri, öküz altında buzağı
ararcasına anatomik eksiklik ile suçlayabiliyor, anatomisi çok başarılı
çizerleri ise karikatürcüden saymayabiliyor...
Bunları uzatmak mümkün. Yararlı mı oluyor?
Kuşkusuz, hareket olan yerde bereket olacaktır. Ama düzeyli ve bilimsel
ise, yoksa bir kargaşadır sürüp gidecektir. Halk ise aralarındaki farkı
sezecek, fakat kesin çizgilerle belirleyemeyecektir... Hele bu konularda
sanat eleştirmenleri hiç görüş belirtmemektedir. Belki karikatür
sanat'tan sayılmamakta belki de piyasası, özel koleksiyoncuları,
aracıları, çıkar grupları ve yönlendiricileri olmadığından üzerinde
durmaya değmemektedir...
Fakat bütün ileri ülkeler karikatürün çok önemli bir sanat olduğunun
bilinci içerisinde, akademik ve bilimsel değere sahip konferanslar
sergiler ve yayınlarla bu konuya ne denli önem verdiklerini
göstermektedirler.
Karikatür, resim ve grafik sanatların
ilişkileri - 2
Şimdi, yukarıda sözü edilen Türkiye
karikatüründeki sonuçsuz tartışmalara, o düzeyin dışında kalarak, yanıt
aramaya çalışırken karikatür-resim ve grafik sanatının günümüzdeki
uygulamalarından temsili örnekler verelim.
Örneğin konu, "kadının erkek tarafından
ezilmesi" olsun. Bu konudan hareketle önce karikatür, sonra grafik,
sonra da resim yapmayı deneyelim. Daha sonra, yalnızca karikatürü ele
alıp, çeşitli karikatür anlayışları ile aynı konuyu çizmeye çalışalım.
"Kadının erkek tarafından ezilmesini",
çizmeyi tasarlayan, ve anlatım biçimi dil, ulus ve kültür farkı
gözetmeyecek şekilde tüm insanlara seslenmeyi amaç edinen bir
karikatürcü karikatüründe uluslararası bir ortalamaya seslenmek için
çok gerekmedikçe "yazı" ya yer vermeyecektir. Konuyu tasarlarken
kadının "bedensel ve ruhsal ezilmesi"ni düşündüğünü varsayarak, böyle
geniş bir konuyu basite indirgemenin çözüm yollarını düşünecektir.
Konuyu basit'e indirgeyecektir ama, "kadının başına eli ile basan güçlü
bir erkeği" ya da "erkeğini sırtında taşıyan kadını" çizme "basitliğine"
ve "slogancılığına" da düşmek zorundadır. Kadın-erkek ilişkileri
yumağının günlük olaydaki bir parçası olan ve sık sık görülen, kadının omuzuna kol atma hareketinin de bir "sahiplenme, üstünlük"
olabileceğini düşünen çizer, karikatürdeki "abartma yöntemini"
kullanarak, karikatürdeki çıkış noktası, dayanak noktası olan "çelişki
yöntemini" de hesaba katarak, "kadının omuzuna kolunu atmış adamı,
hareketinde aşırıya giderek, kadının boğazını sıkıştırmış ve kadını
boğma eylemi içerisinde, fakat bundan da son derece hoşnut ve
kendinden emin, hatta verdiği zararın farkında olmayan" bir biçimde
çizebilir.
Bu konuyu çizecek bir grafikçi, örneğin
afiş yaparken, ilk önce hangi kitleye göre çizeceğini düşünmek
zorundadır. Eğer çok radikal bir kadın hakları derneği için afiş
çalışacaksa ayrı, köylü kadınları için afiş çalışacaksa ayrı biçimler ve
espriler tasarlayacaktır. Veya tüm kadınlara seslenecekse ortalama bir
düzey düşünecektir. Burada da "hedef kitle"nin önemi büyüktür,
verilecek "mesaj" yerine "tam ve etkili" olarak ulaşmalıdır.
Grafiker, bu konu için, örneğin; erkek
şeklindeki bir çizgi'nin içine hapsolmuş bir kadını veya kalabalık
erkek grubu arasında sıkışmış kalmış bir kadını yansıtabilir afişinde.
Böyle tasarlanmış bir konu, aynı espriler ile fakat afiş anlayışı ve
leke-renk düzeni ile değil de, karikatür çizgileriyle ve karikatür
çizmek için çizilirse, işte bu ürün "beyinde veya dudakta gülümseme"
yaratmayacak, karikatür'den çok grafik'e yaklaşacaktır. Veya
illüstrasyon (resimleme) olacaktır.
Bir
ressam ise, doğrudan mesaj verme tasası varsa, aynı konuyu kendi üslubu,
bağlı olduğu ekol ve resim anlayışına göre, üzgün bir kadın yüzü ile
mutlu bir erkek yüzünü resmederek, renkleri, psikolojik etkileri
duyuracak şekilde kullanarak resmedebilir.
Tümüyle soyut çalışan ressamlar ise,
doğrudan ve dolaysız anlatım tasaları ve niyetleri olmadığı için,
onların soyut resimleri "ne niyetine bakarsan, odur" zaten. Ya da
ressamın verdiği vermek istediği çok ince ve entellektüel mesajı herkes
algılamayabilir. Ressamın herkese anlatmak gibi bir sorunu da yoktur,
kaldı ki herkes o resme bakmaya, satın almaya ve anlamak için uğraşmaya
mecbur da değildir. Ressamlar anlaşılmayabilir. Ama karikatür
anlaşılmalıdır.
Birbiri ile bağlantılı, birbirinin içinden
çıkmış, birlikte var olmuş ve birlikte gelişmiş bu üç sanat dalının
günümüz pratiğinde, uygulama alanında nasıl birbirinden kolayca ayırt
edildiğini böylece belirtikten sonra, karikatür sanatındaki stil ve
anlayış farklılıklarına geçebiliriz.
"Erkeğin kadını ezmesi" konusunu acemi
veya slogancı bir karikatürcü, çok basit bir yöntem olan
"yansıtmacılık" ile kadının başı üzerine güçlü eliyle basan erkek,
şeklinde çizebilir. Bu karikatürde hiç bir buluş, zeka kıvılcımı,
beyinde veya dudakta gülümseme yaratacak bir özellik olmamasına karşın,
bu karikatür de telif hakkı ödenerek basılabilir ve "grafik mizah" adı
altında sunulabilir.
Yine aynı konu yazılı, veya balon içinde
yazılı karikatürler ile anlatılabilir. 1960'ların Akbaba'sında olduğu
gibi, yukarıya "Türkiye'deki kadınlar erkekler tarafından eziliyor
-Basından" diye bir cümle yazılarak, yine en birinci örnekteki gibi
kadının boynunu sıkan adam bu kez konuşarak " -Sizi kollarımızın altında
koruyoruz, siz eziliyoruz diyorsunuz yahu.." diyebilir.. Bu cümle,
karikatürün altında konuşma çizgisi ile verilirse, konuşma balonu
çizip, içine yazı yazmak gibi "grafik mizah" olmayan, "sulu mizah" olan
mizah türü yapmaktan kurtulunmuş olur! Kuşkusuz, bu yazıları yazmakla
karikatürcünün amacı, meramını, derdini halka daha iyi anlatmak,
ifadeyi pekiştirmektir. Ama, grafik mizah'ın bu olup olmadığı tartışma
konusudur. Grafik değeri olan çizgiler çizmek, "grafik mizah" için
yetmemektedir.
Bu kez aynı karikatür,
çok satışlı mizah dergilerinin birinde çizilmiş olsun. Tipler daha
komik, alışılmış anlamda karikatür gibi "karikatürize"
edilerek, yöresel ve bıçkın tipli bir erkek ile çaresiz bir kadın
figürüçizilerek, kadın yine boyunduruk altında, gözleri fal taşı gibi
açılmış, erkek gururlu ve neşeli olarak resmedilir. Bu kez konuşma
balonu çizilir ve içine "Erkekler kadınları eziyormuş, doğru mu
şekerim?" yazısı yazılabilir. Burada da yine hedef kitle önemlidir.
Eğer gençler, okuyucular, illa da karikatürü seyretmek değil, okumak
istiyorlarsa, bu alışkanlık onlara çocukluk yaşlarından beri okudukları
Amerikan kaynaklı resimli romanlardan bulaşmışsa, yani toplumda resimli
roman ve fotoroman kültürü ve bunun biçimsel egemenliği varsa elbette
böyle Amerikan mizah dergisi "MAD" ekolünde ve anlayışında karikatürler
çizilecektir, önemli olan bu çizgi stili, bu anlatım biçimiyle hedef
kitlenin göz zevkine uygun karikatürler çizilmemesi gerektiği değildir,
önemli olan, bu stille, bu anlayışla; iyi, güzel, doğru ve düşünsel
olarak ileriye götürücü karikatürler çizilip çizilmediğidir. Tipler çok
gülünç olabilir, sulu olur ama mesaj da sulu ve cıvık mıdır? Gülünç tiplerin
işledikleri konu, verdikleri mesaj da hiç bir değeri olmayan
özellikte ise, bu nokta eleştirilmelidir.
Örneklerden görüldüğü gibi tema aynı, çizim
biçimleri ve anlayışları değişik olan bu karikatürlerden hangisi
iyidir, hangisi kötüdür?.. Buna kim karar verecektir? Gerçek ölçü halkın
beğenisi midir? Yoksa uluslararası yarışmalar mıdır?
Gerçek ölçü'nün üzerinde önemle durduğumuz
"hedef kitle" olması gerekir! Eğer hedef kitle, "çok genel anlamıyla
halk" ise, halkın düzeyi de buysa, "yazılanmış resim" veya "resimlenmiş
fıkra" denilen karikatürler de "karikatür'dür" ve kendi üslubu içinde
"toplumda ve karikatür sanatı tarihinde" belli bir boşluğu doldurmakta,
belli bir misyonu yüklenmektedir. Burada, atlanılmaması gereken nokta,
"halk böyle istiyor" anlayışına ve popülizmine sığınmamak, komik
tiplerle, komik olaylarla "hiç de komik olmayan" mesajlar vermeye
çalışmaktır.
Halk dediğimiz kitlenin içerisinde bulunup
da kültür düzeyi, düşünce ve algılama yetisi ortalamanın üzerinde olan,
sevilmeyen deyimle "entel" olan kesimler için, bakıldıktan bir süre
sonra mesajı flaş gibi patlayan karikatürler de çizilebilir. Veya
"emekli memurlar" için alt ve üst yazılı karikatürler yapılabilir.
Ayrıca siyasal liderlerin fotoğraf gibi canlı portreleri diyalog ve
yazı ile birlikte sunularak yine "ortalama halk" için çizilebilir.
Hatta, hiç çizgi ve boya kullanılmadan,
fotoğraflar kesilip yapıştırılarak "kolaj" karikatürler yapılabilir.
Önemli olan karikatürün kendi içinde, kendi
üslubunun kuralları içinde özgün, yetkin, başarılı ve amacına uygun
olup olmadığıdır. Bu ölçüler içerisinde isteyen, istediği gibi
çizmelidir. Bu, olayın "estetik ve sanatsal" yanıdır. Resim gibi
çizilir, çok grafik ve keskin çizgiler de kullanılır, çok gülünç de
çizilebilir, abartmalı da, boyalı da, taramalı da, tek ya da çok çizgi
ile de, kesip yapıştırma ile de yapılabilir. Bunların, aksini - iddia
etmek sanırız sanatta tutuculuk olur, sanat ise "tutuculuğun
tutunamayacağı" bir alandır.
Eğer hedef kitle, Türkiye insanı ise yazı
ile de çok güzel buluşlar yapılabilir. Yazı kullanılmadan okuma yazması
olmayan insanlar için,veya Türkçe bilmeyen yabancılar için çok kolay
algılanabilecek karikatürler üretilebilir.
Karikatürün ne olup/olmadığı konusundaki
değerlendirme ve eleştiriler, kişisel bunalımlar, duygu
karışıklıkları
ve bencillikle ve kıskançlıkla eleştirme zevkinden kaynaklanmamalı, en
azından demokrat bir ölçü tutturmaya gayret sarf edilmeli, karikatür
sanatı'nın resim ve grafik sanatı ile "dolaylı ve dolaysız ilişkileri"
olduğu unutulmamalıdır.
Bu anlamda, karikatür sanatı, milyonlarca
yıllık görsel sanathazinesinin günümüze bıraktığı çok değerli bir
mirastır. Karikatürcülüğe soyunmak demek, bu mirasın yükünü ve değerini
taşımak demektir.
Yunus'un dediği gibi, "ilim, ilim
bilmektir, ilim kendin bilmektir, sen kendini bilmezsen, ya nice
okumaktır?" Son dizeyi "ya nice çizmektir" şeklinde değiştirebiliriz.
Karikatürcünün çizebilmesi için "aydın"
olma zorunluluğu vardır. Toplumunu ve dünya'yı eleştirebilmesi için,
onları tanıması ve bilmesi gerekmektedir. Aydın olma zorunluluğu,
"çağına karşı sorumluluğu" da getirmektedir.
Bu sorumluluk ile karikatürcü, bir
grafikçi gibi "mesaj ve hedef kitle"olayını bilmeli, bir ressam gibi
"resim kurallarım" istediği yerde kullanabilmelidir.
Faruk Çağla
9-10-11 Şubat 1986
Braunschweig-Federal Almanya
|